SESİM

  Oturduğum yerden yıllarımın ve anlarımın tekdüzeliğinden şikayet ede ede yaşarken dönüm noktalarını da oturduğum yerden yakalayacağımı sanıyordum. Seyirci koltuğunda izlediğim anlara şimdi sahnenin kuytu bir köşesinden tanıklık ediyorum aslında henüz ne içindeyim ne de dışında.

Kısacık bir zaman önce, yarım yıl kadar geriye gittiğimizde kendi şifrelerimi çözme sürecim başladı. Dönüm noktam yoktu dönüm sürecim vardı. Kendimi sevmekle başlayan bol hareketli, çokça hatalı ve her hatadan sonra kendi başımı kendim okşamalı, iki ileri bir geri devam eden uzun soluklu bir süreç, tabi ki bitmedi, bitmeyecek.

İşin sırrının hareket olduğunu keşfedeli de uzun bir zaman olmadı. Hareket varsa gerçekten de bereket var, yeter ki çoğalan şey her ne ise ondan değer üretmeyi bileyim. Yolda olmanın, yürürken hırpalanmanın, o hırpalanışın bir gün bir yerlerde dinlenme tesisine dönüşeceğine olan inancıma dayadım sırtımı.

Yolda karşılaştığım her insan ve objeden alacağım veyahut vereceğim bazen de üreteceğim harika değerler olabileceğini düşündüm. Bazen yanlış ya da gereksiz üretim yaptığımı düşündüren anlar olacaktı. Bu düşünceyle ve arkasından oluşabilecek pişmanlık hissimle mücadele yöntemini de öğrenmiştim; 'hibe'. Her ne veriyorsan ve üretiyorsan hibe et ve yoluna devam et.

Eskiden olsa herkesten köşe bucak sakladığım özelliklerimi şimdi toplum önüne afiş edip dalga geçiyorum. Kusur demiyorum onlara, değil bana ait hepsi. Kendimi sevmeyi yeni öğrendim. Yol uzun, kaç kere kızıp kaç kere şefkatle kucaklayacağım kim bilir?

Her yere ve herkese yetiştiğim sürece 'başarılı' olarak görülecektim, kendimi de başarılı sayacaktım. Bir süre herkese ve her şeye yetişmek için koşarken yolda bir yerlerde kendimi unuttuğumu fark ettim. Şuan dönüş yolunda kendime doğru ağır adımlarla dinlene dinlene ilerliyorum. Kendimi aldıktan sonra yine size yetişeceğim, söz!

Dışarıdan yönelen davranışları kendime tehdit olarak algıladığım obsesif hallerimi terk etmek pek kolay olmadı. Şimdilerde 'kişisel algılamamak' kavramı üzerine çalışıyorum. İnanıyorum ki bana yönelen davranışların hedefi ben değilim. 'Kişisel algılama kızım, her şeyin sebebi sen olamazsın!', dedim ve hafifledim.

Kalıplara sığamamaktan şikayet etsem de onlardan vazgeçmek hiç kolay değil çünkü kalıplar kontrolü kolaylaştırır. Oysa akışkanlık, kontrolsüzlük riski olsa da özgürleşmenin anahtarıydı ve bunu benimsememin uzun süreceğinin farkındayım.

Hiçbir zaman eksiksiz olamayacağım gerçeğini kavradım. Verilenle, verilmeyeni nasıl telafi edeceğimizi öğrendiğimizde verilmeyen yönümüzle barışıyoruz. Aslında eksikliklerimizden fazlalıklar üretebilme kapasitemiz var.

Kendi hikayemi yazıyor olduğumu fark ettiğimde diğer insanları da hikayeleriyle tanımaya çalıştım. 'Kıssadan hisse' ifadesini anlamlandırdım. Şimdi hepsinden birer hissem var.

Sahiplenmediğim mekan ve öznelerden hiçbir şey talep etmemeyi öğrendim. Hiçbir yere ait de değildim de sahip de. Yüküm yok yani kuş gibiyim.

Meydan okumalarımla gurur duyarken sadece birileri bana meydanı açtığında bunu yapabildiğimi fark ettim. Demek ki bulduğum her meydanda ahkam kesmeyecekmişim, biraz durup büyümeyi bekleyecekmişim. Bu arada cahil cesaretimle dalga geçmeyi de öğrendim.

Kendimi her konuda zor şartlara maruz bırakarak sonrasında etrafa 'acımadı ki', 'başardım her şeye rağmen' naraları atarak mutlu oluyorum. Oyuncak zaferlerim ve ben hiçbir zaman büyümeyeceğiz.

Bülent Ortaçgil'in de yazdığı ve söylediği gibi

'Sesini kaybedenlerin bir şarkısı olmaz.'

Sesimi çıkarmak ve sesimi korumak adına buraya birkaç satır fısıldadım biraz da doğum günüm şerefine.

23 yaşım bana her durumda kendime yetmeyi ve içimde kurduğum kocaman cumhuriyete hükmederken diğer dünyaları sevmeyi öğret. Parlarken parlatmaya da fırsat ver. İyi ki doğdum!

https://www.youtube.com/watch?v=mLDrFmtKp3Y










Yorumlar